NLP HİKAYELERİ



MARANGOZ Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. işveren
müteahhidine, çalıştığı konut yapım işimden ayrılmak ve
eşi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yasam
sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldığı ücretini elbette özleyecekti. Emekli olmak ihtiyacındaydı, ne var ki.

Müteahhit iyi isçisinin ayrılmasına üzüldü. Ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti.
Marangoz kabul etti ve ise girişti, ne var ki gönlünün yaptığı iste olmadığını görmek pek kolaydı. Bastan savma
bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini
adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti!..

işini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı. "Bu ev senin" dedi, "sana benden hediye". Marangoz soka girdi. Ne kadar utanmıştı!

Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu
böyle yapar miydi! Bizim için de bu böyledir. Gün be gün kendihayatimizi kurarız. Çoğu zamanda, yaptığımız ise elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da, soka girerek, kendi kurduğumuz evde yasayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilsek, çok daha farklı yaparız. Ne var ki, geriye dönemeyiz.

Marangoz sizsiniz. Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar
ya da bir duvar dikersiniz. "Hayat bir kendin yap tasarımıdır" demiştir biri. Bugün yaptığınız davranış ve secimler, yarin yasayacağınız evi kurar. Öyle ise onu akıllıca kurun
.




HÜKÜM VERMEDEN ÖNCE: BEKLE VE GÖR!

Oykü ünlü Çin düsünürü Lao Tzu'nun zamaninda geçer..
Lao Tzu bu öyküyü çok sever, anlatirmis. Köyün birinde
bir yasli adam varmis.. Çok fakir.. Ama kral bile onu
kiskanirmis.. Öyle dillere destan bir beyaz ati varmis
ki.. Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin
tamamini teklif etmis ama adam satmaya yanasmamis..

"Bu at, bir at degil benim için.. Bir dost.. insan
dostunu satar mi" dermis hep.. Bir sabah kalkmislar
ki, at yok.. Köylü ihtiyarin basina toplanmis.. "Seni
ihtiyar bunak.. Bu ati sana birakmayacaklari,
çalacaklari belliydi. Krala satsaydin, ömrünün sonuna
kadar beyler gibi yasardin. simdi ne paran var, ne de
atin" demisler.. ihtiyar:

"Karar vermek için acele etmeyin" demis.. Sadece 'At
kayip' deyin. Çünkü gerçek bu.. Ondan ötesi sizin
yorumunuz ve verdiginiz karar. Atimin kaybolmasi, bir
talihsizlik mi, yoksa bir sans mi, bunu henüz
bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir baslangiç.
Arkasinin nasil gelecegini kimse bilemez.."

Köylüler ihtiyar bunaga kahkahalarla gülmüsler. Ama
aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansizin dönmüs..
Meger çalinmamis, daglara gitmis kendi kendine..
Dönerken de, vadideki 12 vahsi ati pesine takip
getirmis. Bunu goren koyluler toplanip ithiyardan ozur
dilemisler. "Babalik" demisler.. "Sen hakli çiktin..
Atinin kaybolmasi bir talihsizlik degil adeta bir
devlet kusu oldu senin için.. simdi bir at sürün
var.."

"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demis
ihtiyar.. Sadece atin geri döndügünü söyleyin. Bilinen
gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getirecegini henüz
bilmiyoruz. Bu daha baslangiç.. Birinci cümlenin
birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkinda nasil
fikir yürütebilirsiniz?.."

Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemisler açiktan
ama, içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye
geçirmisler.. Bir hafta geçmeden, vahsi atlari terbiye
etmeye çalisan ihtiyarin tek oglu attan düsmüs ve
ayagini kirmis. Evin geçimini temin eden ogul simdi
uzun zaman yatakta kalacakmis.

Köylüler gene gelmisler ihtiyara.. "Bir kez daha hakli
çiktin" demisler. "Bu atlar yüzünden tek oglun
bacagini uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak
baskasi da yok.. simdi eskisinden daha fakir, daha
zavalli olacaksin" demisler..

ihtiyar "Siz erken karar verme hastaligina
tutulmussunuz" diye cevap vermis. "O kadar acele
etmeyin. Oglum bacagini kirdi. Gerçek bu.. Ötesi sizin
verdiginiz karar.. Ama acaba ne kadar dogru.. Hayat
böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra
neler olacagi size asla bildirilmez..

" Birkaç hafta sonra, düsmanlar kat kat büyük bir ordu
ile saldirmis. Kral son bir ümitle eli silah tutan
bütün gençleri askere çagirmis. Köye gelen görevliler,
ihtiyarin kirik bacakli oglu disinda bütün gençleri
askere almislar. Köyü matem sarmis. Çünkü savasin
kazanilmasina imkan yokmus, giden gençlerin ya
ölecegini ya esir düsüp köle diye satilacagini herkes
biliyormus.

Köylüler, gene ihtiyara gelmisler.. "Gene hakli
oldugun kanitlandi" demisler. "Oglunun bacagi kirik,
ama hiç degilse yaninda. Oysa bizimkiler belki asla
köye dönemeyecekler. Oglunun bacaginin kirilmasi,
talihsizlik degil, sansmis meger.."

"Siz erken karar vermeye devam edin" demis, ihtiyar..
Oysa ne olacagini kimseler bilemez. Bilinen bir tek
gerçek var. Benim oglum yanimda, sizinkiler askerde..
Ama bunlarin hangisinin talih, hangisinin sanssizlik
oldugunu sadece Allah biliyor. "

Lao Tzu, öyküsünü su nasihatla tamamlarmis, etrafina
anlattiginda: "Acele karar vermeyin. O zaman sizin de
herkesten farkiniz kalmaz. Hayatin küçük bir parçasina
bakip tamami hakkinda karar vermekten kaçinin.

Karar aklin durmasi halidir. Karar verdiniz mi, akil
düsünmeyi, dolayisi ile gelismeyi durdurur. Buna
ragmen akil insani daima karara zorlar. Çünkü gelisme
halinde olmak tehlikelidir ve insani huzursuz yapar.

Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi
baslar. Bir kapi kapanirken, baskasi açilir. Bir
hedefe ulasirsiniz ve daha yüksek bir hedefin hemen
oracikta oldugunu görürsünüz."

PAPAZ OLARAK KALSAYDI...

Rusya'nın tarihinde önemli rol oynayan Stalin ise annesinin ısrarıyla yazdırıldığı Tiflis'teki dini okulda papaz olarak kalsaydı, 20. yüzyılın tarihi inanılmaz ölçüde değişebilirdi.

Arkadaşları tarafından Soso olarak çağırılan Stalin, Annesi'nin ısrarıyla yazdırıldığı Tiflis'deki ilahiyat okulundan, ''ateist, yurtsever ve sosyalist'' eğilimli bir gurup olan ''Mesame Dasi''nin lideri olduğu için kovulmuş, papazlık hakkı elinden alınmıştı.

Eğer okulun Müdürü Germogern, tarihin gördüğü en acımasız kişilerden biri olarak suçlanan Stalin'e daha farklı davransaydı, 20. yüzyılın tarihi belki de inanılmaz ölçüde değişebilirdi.

Stalin, papaz olarak kalsaydı, Rus Devrimi Stalin'den olumsuz etkilenmeyebilirdi.

ASKERİ OKULDAN ATILMASAYDI

ABD'nin en önemli ressamlarından James Abbott McNeill Whistler da askeri okuldan atılmasaydı, dünyaca ünlü resimlere imzasını atamayacaktı.

1850'lerde ünlü generalleri yetiştiren askeri okul West Point'e kıl payı kabul edilen Whistler, okulda taslaklar karalamaya ve çevresinde gördüğü herşeyin resmini çizmeye başladı. Nöbet bekleyen, işini yaparken uyuyakalan öğrencileri ve subayları resmediyordu. Çizim yapmak için eline geçen her şeyi, çadır bezini, kağıt parçalarını, defter sayfalarını kullanıyordu. Çizim ve taslaklar içinde kendini kaybettiğinden sınıf derecesi gittikçe düşmeye başlamıştı.

218 ihtar alarak okuldan atılmasıyla kendisini daha da resime veren Whistler, resim sanatını daha da geliştirerek ''THames Nehrinin resmini en fazla yapan ressam'' olarak tarihe geçti.

*************************************************************Ileri derecede hasta iki adam ayni hastane odasındaydılar.
Adamlardan birinin her öğleden sonra 1 saatliğine oturmasına izin
veriliyordu,cigerlerindeki suyun süzülmesi için. Bu hastanin
yatagi odadaki tek pencerenin tam yanindaydi. Diger hasta ise hep
sırtüstü
yatmak zorundaydı. Bu iki hasta saatlerce birbiriyle konuşur, eşlerini,
ailelerini, evlerini,işlerini, askerlik anılarını, tatilde gittikleri
yerleri anlatirlardi birbirlerine. Pencerenin yanindaki hasta, her
öğleden
sonra oturmasina izin verdikleri saati diger hastaya pencereden
gorebildiklerini anlatarak geciriyordu. diger hasta hep bir sonraki
gunu
iple cekmeye
basladi, dışarıdaki renkli ve hareketli dünyayı dinlemek için.
Pencere,icinde cok güzel bir göl olan parka bakıyordu.
Ördekler ve kuğular gölde yuzerken cocuklar model bot'larini suda
yuzduruyorlardi. Genc asiklar,gokkusaginin tum renklerindeki ciceklerin
arasinda kol kola dolasiyorlardi. Ulu agaclar etrafi susluyor, uzaktan
sehrin silueti gorunebiliyordu.
Pencere kenarindaki adam bunlari muhtesem bir detayla
anlatirken, odanin diger ucunda yatan adam gozlerini kapar ve bu
muhtesem
manzarayi hayalinde canlandirirdi. Sicak bir ogleden sonra, pencerenin
yanindaki adam gecmekte olan bir
senlik alayini tarif etti. Diger adam bando seslerini duyamasa
bile hayalinde canlandirabiliyordu, pencere kenarindaki adamin
tasviriyle. Gunler ve haftalar gecti. Bir sabah banyo yaptirmak
icin su getiren gunduzcu hemsire pencere kenarinda yatan hastanin
cansiz
bedeniniyle karsilasti: uykusunda, huzur
icinde ölmüştü. Hüzünlendi, hastane gorevlilerini cesedi
disari tasimalari icin çagirdi. Uygun zaman gectigine kanaat getirir
getirmez, diger hasta pencerenin kenarindaki yataga tasinmasinin
mumkun
olup olamayacagini sordu. Hemsire memnuniyetle istegini yerine
getirdi,
hastanin rahat oldugundan emin olduktan
sonra onu yalniz birakti. Yavasca, duydugu aciya aldirmadan, bir
dirseğine
yaslanarak disaridaki dunyaya bakmak uzere yatagindan dogruldu
adam.Sonunda,
disariyi kendi gozleriyle gorme zevkini yasayabilecekti. Pencereden
disari
bakabilmek icin yavasca donmeye zorladi kendisini. Pencere, boş bir
duvara
bakiyordu. Adam hemsireye, vefat eden oda arkadasinin pencerenin
disinda
gorunen harika seylerden bahsetmesine sebep olan şeyin ne olabilecegini
sordu. Hemsirenin cevabı, ölen
adamin kör oldugu ve pencerenin onundeki duvarı görmediğiydi.
"Sanirim seni cesaretlendirmek istedi" dedi.
Epilog: Diger insanlari mutlu etmek cok buyuk mutluluk getirir, kendi
durumunuz ne olursa olsun. Paylasilan dertler yarisi kadar üzüntü
verir,
paylaşılan multuluklar ise iki katı artar. Kendinizi zengin hissetmek
istiyorsanız, sahip olduğunuz ve paranın satın alamayacağı her şeyi
paylaşın.


*******************************************************************

Geçmiş zamanlarda bir ülkede büyük, şatafatlı bir sarayda çok meşhur bir bilge yaşarmış. Herkes üstesinden gelemediği sorunların çözümünde onun yardımına başvururmuş. Bilge çok tecrübeli, bilgili ve insanlara yardım etmeyi çok seven bir insanmış. Günün birinde bir genç gelmiş saraya. Bilge ile görüşmek istediğini, ona soracağı çok önemli bir soru olduğunu söylemiş. Kendisinden önce gelen insanları bir süre bekledikten sonra alınmış huzura. O çok meşhur bilge insan bütün heybetiyle karşısındadır artık. Saygıyla selamlamış önce, sonra titrek bir sesle sormuş; Bana mutluluğun sırrını anlatabilir misiniz?Bilge dikkatle süzmüş adamı. -- "Demek mutluluğun sırrını merak ediyorsun. Peki anlatacağım fakat şimdi değil, şu an çok meşgulüm istersen sen sarayımı gez sonra gel sana sorunun cevabını vereyim." demiş. Ayrıca ona bir kaşık vermiş ve içine de iki damla yağ damlatmış. Sarayı gezerken bu kaşık da yanında olacak, ama dikkat et sakın içindeki yağı dökme demiş. İki saat sonra dönmek üzere ayrılmış adam.
Saray inanılmaz derecede güzelmiş, fakat adam kaşıktaki yağı dökmemek için hep kaşığına bakarak yürüyormuş. Dolayısıyla saray gezintisinden fazla bir keyif alamamış. Hiç bir ayrıntıya dikkat edememiş. Zaman dolunca tekrar çıkmış bilge adamın huzuruna. Yüzünde bir tebessüm ve içinde yağı dökmemiş olmanın verdiği rahatlıkla "Bakın efendim yağı dökmeden döndüm" demiş. Bilge gülümseyerek sormuş "Anlat bakalım nasıl buldun sarayımı?" adam birden afallamış, yağa dikkat etmekten sarayı unutmuş hiçbir şeye dikkat etmemiş. Bilge adam durumu anlamış ve ona tekrar giderek her yere iyice bakmasını söylemiş. Adam elinde kaşığı tekrar çıkmış sarayı gezmeye...
Bu sefer her şeye daha dikkatli bakmış. Hayatında görmediği güzelliklere şahit olmuş. Kolonlar, işlemeler, altın yaldızlar, mücevherler, parşömenler, kütüphanedeki el yazması eserler ve işlemeli kapakları, birbirinden güzel süs eşyaları... Her şey mükemmelmiş. İki saat sonra saraya hayran kalmış olarak dönmüş bilgenin huzuruna.
Anlat bakalım demiş bilge. Adam başlamış heyecanlı heyecanlı anlatmaya. Hayran kaldığı her halinden belliymiş. Daha sonra bilgenin gülümsediğini fark etmiş. Kısa bir sessizliğin ardından elindeki kaşığa baktığını fark etmiş... Bir de baksın ki ne görsün. Kaşıktaki yağ tamamen dökülmüş. Etrafa bakmakta onu tamamen unutmuş. Mahcup gözlerle bakmış bilge adamın yüzüne.
İşte evlat demiş bilge adam gülümseyerek. Mutluluğun sırrını merak ediyordun. Söyleyeyim;

"Mutluluğun sırrı dünyadaki bütün güzellikleri yaşamak fakat kaşığındaki iki damla yağı da dökmemektir."


GECE VE GÜNDÜZ
Bir bilge kişi, çölde öğrencileriyle otururken demiş ki; "Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?"
Öğrencilerden biri; "Uzaktaki sürüye bakarım," demiş, "koyunu keçidenayıramadığım zaman akşam olmuş demektir."
Başka bir öğrenci söz almış ve "Hocam" demiş, "İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır."
Bilge kişi, uzun süre susmuş. Öğrenciler meraklanmışlar ve "Siz ne düşünüyorsunuz hocam?" diye sormuşlar.
Bilge kişi şöyle demiş; "Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan ona "bacım" diyebildiğimde ve yine yürürkenönüme çıkan erkeği, zengin mi yoksul mu diye bakmadan, milletine, ırkına,dinine aldırmadan, kardeşim sayabildiğimde anlarım ki; sabah olmustur, AYDINLIK başlamıştır...



**********************************
KİŞİLİK DERSİ
Sınıf, öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken sert görünümlü hoca kapıda beliriyor. İçeriye kızgın bir bakış atıp kürsüye geçiyor.Tebeşirle tahtaya kocaman bir (1) rakamı çiziyor. “Bakın” diyor. “Bu, kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey...” Sonra (1)’in yanına bir (0) koyuyor: “Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik(1)’i (10) yapar”. Bir (0) daha... “Bu, tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz”. Sıfırlar böyle uzayıp gidiyor: Yetenek...disiplin... sevgi... Eklenen her yeni (0)’ın kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlatıyor hoca... Sonra eline silgiyi alıp en baştaki (1)’i siliyor. Geriye bir sürü sıfır kalıyor.
Ve Hoca yorumu patlatıyor: “Kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir”.

***********************************
ÜÇ İNSAN
Bir fıçının içine bir karınca düşmüş....
Bir insan gelmiş fıçının başına... Karıncayı görmüş.. Ne işin var senin burada demiş, karıncayı ezmiş yoketmiş...
Bir insan gelmiş fıçının başına. Karıncayı görmüş.. Kimseye zararın yok sevimli hayvan hadi fıçıda yaşa demiş.
Bir insan gelmiş fıçının başına. Karıncayı görmüş.. Bir kaşık şeker serpmiş fıçının içine, yesin diye...

Bu üç insan kim mi?
Birincinin adı : Bencil
İkinciyi : Hoşgörü diye çağırıyorlar,
Üçüncü mü? O Sevgi işte!..

************************************
ÜÇ FİLTRE TESTİ
Bir gün bir tanıdık büyük filozofa rastladı ve dedi ki: “Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?”
“Bir dakika bekle.” diye cevap verdi Sokrates: “Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna 3’lü Filtre Testi deniyor.”

“Üçlü Filtre mi?”
“Doğru” diye devam etti Sokrates;
“Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup; söyleyeceğini gözden geçirmek iyi bir fikir olabilir. Bu, ona üç filtre testi dememin sebebi. Birinci filtre Gerçek Filtresi. Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?”
“Hayır” dedi adam, “Aslında bunu sadece duydum ve...”
“Tamam” dedi Sokrates;
“Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun.
Şimdi 2. filtreyi deneyelim, İyilik Filtresi’ni. Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi?”

“Hayır, tam tersi” dedi adam.
“Öyleyse” diye devam etti Sokrates; “Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı: Yararlılık Filtresi. Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?”
“Hayır gerçekten yaramaz.” dedi adam.

“İyi” diye tamamladı Sokrates. “Eğer, bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar bir şey değilse bana niye söylüyorsun ki

1 yorum:

  1. Merhaba,suphesiz ki yazdiklarinizi 3 filtre testinden gecirecek olursak iyi ve bircok kisi icin yarari olmus yada olacaktir diyebiliriz. Fakat Lao TZU nun zamaninda gecen hikayenin anlatimina kendi yorumlarinizi katmissiniz. Yorumlarinizin kotu oldugunu soylemiyorum fakat tarihten bize miras kalan bu tur hikayeleri paylasirken eklemelerimiz konusunda insanlari bilgilendirmek,bizleri tarihimize ve bilgelerimize karsi biraz daha saygili gosterecektir diye dusunuyorum. Ve tabii ki yazdiniz hersey icin tesekkurle birlikte saygilarimi sunuyorum.

    YanıtlaSil